DEPREMİN ONBEŞLİLERİ


Depremin hemen sonrasındaki üç gün içinde bir otobüs din gönüllüsü Çanakkale’den çıktık yola.
DEPREMİN ONBEŞLİLERİ

Bir nebze olsun bir cana umut oluruz, yaralı bir kalbe dokunur kimsesiz bir eli tutarız temennisi ile gönlümüz pır pır Antakya’ya vardık. Bulduklarımızın bizi bu kadar çok değiştireceğini bilmediğim zamanlardı o zamanlar. Nereye gideceğini bilmeden birkaç parça eşya ile yola hazırlanan, arabalarının yanında sessizce oturmuş bekleyen kadınların yanına usulca sokulup, avucuna zorla üç beş kuruş koymaya çalıştığım, her defasında –Hocam ne olur başkasına ver. Benden daha çok ihtiyacı olanlar vardır, cevabını aldığım zamanlardı. Hatay’da mezarlıklar kompleksinde, yüzlerce cenazenin arasında canhıraş bir şekilde oradan oraya koşturduğumuz –Hocam karım ve kızlarım kamyonetin arkasında gelip vecibelerini yapar mısın? Cümlesinin şaşırtmadığı zamanlardı. Kulaklarımızda mütemadiyen ambulans sesleri acı feryatlar. Hatice’nin tam dört inci tanesi kızını gözlerinin önünde kefenlediğim sonra birbirimize sarılıp, ağlayıp, yavrularını Allah’a emanet ettiğimiz günlerdi. –Allah benden daha güzel bakacak değil mi Hocam demişti Hatice.

Bir ara yere bırakılmış iki cenazenin başucunda dikilen 14-15 yaşlarında ufak tefek bir çocuk ilişti gözüme. Elimdeki kefenleri yanımdaki arkadaşımın eline tutuşturup sessizce yaklaştım yanına.

 –Merhaba dedim. –Benim adım Figen sen kimsin?

 -Efe dedi. Gözlerini cenazelerden ayırmadan.

 -Hoş geldin Efe dedim. Başını salladı.

-Efe bunlar kim? Dedim.

İşaret parmağı ile gösterdi.-Annem –ablam

-Sen yalnız mı geldin buraya? Seninle başka biri daha yok mu? Dedim.

-Babam işlemleri yaptırıyor dedi. Fısıldar gibi.

-Bana müsaade eder misin? Ben de seninle birlikte bekleyeyim annen ve ablanın yanında? Dedim. Hem birlikte onlar için dua ederiz. O zaman ilk defa bana baktı gülümsedi.

-Olur. Dedi. –ben dua biliyorum.

İncecik montundan mı yoksa acısının ağırlığından mı bilmiyorum baktım titriyor. İki kolundan sıkıca tuttum. Biz Efe’yle ne kadar öyle kaldık hangi duaları okuduk bilmiyorum. Zaten ne önemi vardı ki zamanın. Sanki dünya birden durmaya karar vermiş ve her şey durmuştu. O anlarda hiçbir şeyin önemi yok tu. Zamanın da. Sonra Efe bana okuduğu okulu anlattı. Sevdiği bilgisayar oyunlarından anlattı. Bir zaman sonra Efe’nin annesini ve ablasını kefenledik. Cenaze namazı kılınırken ben de Efe’nin arkasındaki safa geçip cenaze namazı kıldım. Namazı kıldıran hocalarımız cenazeleri aldı. Yürüdüler. Arkalarından babası en arkada başı önde Efe yürüdü. Gözden kayboluncaya kadar arkasından baktım. Sendeliyordu. Zannettim ki ben arkasından bakmazsam düşer.

Bir zaman sonra bir de baktım caminin merdivenlerinde bir genç iki eliyle kafasına vuruyor. Hemen koştum. Muhammet de 14 ya da 15inde. Konuştuk biraz. Sakinleşti. –Hocam dedi yalnızca ninemle dedem kaldı. Annem babam kardeşlerim hepsi öldü. Sonra bir müddet birlikte sustuk. Bir zaman sonra bana kardeşlerini, birlikte neler yaptıklarını anlattı. Arada anlattığı hatıranın içindeki mutluluk Muhammet’in sesine yansıyor, sesi şenleniyordu. Ben de bundan cesaret aldım herhalde ki soruverdim

 –Muhammet seni buraya bağlayan bir şey var mı?

 –Yok dedi.

-O zaman gel seninle Çanakkale’ye gidelim. Ninenle deden de gelir. Senin için güzel bir okul bulur kaydını aldırırız. Bir den oturduğu yerden kalktı. Çok kızmıştı.

 -Git burdan! Dedi. –Sevme beni! Annem! Babam! Hatay! Öyle utandım ki o an.14 yaşındaki Muhammedin atasına, toprağına vefası Hatay’dan geldikten günler sonra bile beni sarsmaya devam etti.

Yine bir zaman sonra Kahramanmaraş’ta soğuk bir akşamüstü çadır kentten kaldığım yurda dönerken yanıma gün içinde ziyaret ettiğim bir genç hanım sokuldu. Hem yürüyorduk hem de sohbet ediyorduk ki üşümeyelim. Bir den gözüme yanındaki genç takıldı. Kardeşiymiş.

-Emirhan Hocam dedi abla bizi tanıştırırken.

-Merhaba Emirhan derken gözüm birden ayaklarına kaydı. (ayağında çorap yoktu. Terlik giymişti. Üzerindeki kıyafetler ise çok inceydi) Emirhan bunu fark etti.

--Hocam dedi –Ben pek üşümem. Kocaman adam olduk artık hocam. 15 yaşındayım.

-Maşallah sana Emirhan dedim. –Kocaman olmuşsun sen artık. Hangi çadırdı sizin ki ben unuttum.  

 Ertesi gün gidip Emirhan’ı aldım. Sosyal markete gittik. Bir karışıklık olmuş. Emirhan’ın ailesine kıyafet verilirken Emirhan arada kaynamış. Ben karışıklığı çözmeye çalışırken bir ara Emirhan’la göz göze geldik. Bana –hocam ne olur buradan gidelim. Benim için kimseden bir şey isteme, çok utanıyorum der gibi bakıyordu. Yanlışlık anlaşılınca kayıtları tutan yetkili kızımız da üzüldü. Emirhan’a en güzelinden botlar, çoraplar, montlar aldık. Hatta bir tane kısa kollu tişört vardı. Emirhan çok beğendi diye onu da aldık.

Velhasıl demem odur ki; Bu memleketin 15illeri 1915 de ne ise hala odur. Rabbim şahittir ki ben Efe de Muhammet’te Emirhan’da teslimiyet gördüm. Vefa gördüm. Kanaat gördüm. Hayâ gördüm. 

Ben deprem bölgesine gönüllü olarak çalışmaya gittim, çok da severek gece gündüz soğuk sıcak demeden çalıştım. Giderken gayem yaralara bir parça merhem olabilmek, biraz da olsa oraya fayda sağlayabilmek, Efenin, Emirhan’ın, Hatice’nin derdini paylaşabilmekti. Fakat gördüm ve yaşadım ki derdini veren Allah dermanını da yanı başında vermişti bu insanlara.. Hepsi o kadar güçlü ve dirayetlilerdi ki… Bununla birlikte ben Figen olarak bu günlerde en çok da kendi gönlüme, kendi ruh dünyama, kendi karakterime, kendi insanlığıma çok şey katıp dönmüştüm şehrime. Başkalarına yardım etmeye gidiyorum sanmıştım ama en çok kendime yardım etmiştim. Rabbim bu acılarla bizleri bir kere daha imtihan etmesin…

Amin

 

 

 

 

 

Etiketler:


Bir Yorum Yaz




Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.